Feyziye Özberk
Araştırmacı yazar, öğretmen İsmet Kür’ü, 21 Ocak 2013’te, 97 yaşında kaybettik. İz bırakan bir kadın olarak onun yaşamına ilişkin bir çalışma yapmıştım. Sanırım yakınları, okurları ve öğrencileri onu özlemle anımsıyorlar. Özellikle öğrencileri İsmet Kür’ü, kendilerini okumanın ve şiir sevmenin büyülü dünyasına sokan öğretmen olarak saygıyla anıyorlar. İsmet Kür’ü tanıyınca ben de onlara hak verdim. O, görüştüğümüzde 89 yaşındaydı; yazıyordu, okuyordu. Şiirlerini toplayacağı yeni bir kitabın ve yazmakta olduğu anı kitabının planlarını yapıyordu.
İsmet Kür’ün iki kızı var; Pınar Kür ve Işılar Kür. Annesi gibi bir yazar olan Pınar Kür, “Akışı Olmayan Sular” kitabıyla, 1984 yılı Saik Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmış. Pınar Kür, ayrıca 2013’te Ankara Öykü Günleri’nde onur ödülüne layık görülmüş. Yazarın, “Asılacak Kadın” eseri de 1986’da filme alınmış.
Dr. Şule Birdoğan, İsmet Kür’ü “Farklı bir öğretmendi” sözleriyle tanıtmıştı bana. 1947-48 yıllarında ortaokul birinci sınıfta iken onu tanımış, hem sevmiş hem de saymış: “Dersi çok sayıda örnek vererek, drama yöntemini kullanarak anlatır; hoşgörü ve otoriteyi bir arada kullanır, onurumuzu kırmazdı. Özgüvenli tutumu, zarif davranışları, giyimi, bize örnek oldu, iz bırakan bir öğretmendi.”
22 Şubat 2005, Cumartesi. Kurban Bayramı’nın üçüncü günü… Şule Birdoğan’la, İsmet Kür’le görüşmeye gidiyoruz. Hava, bulutlu, yağmurlu ama yumuşak… İsmet Kür, bizi ışıltılı gülen bir yüzle karşılıyor. İçilen çaylar, yenilen zevkle seçilmiş pastalar, gelen konuklarla sık sık bölünen bu nedenle uzun süren, onun için yorucu olan görüşmemizin sonunda bile, yüzündeki sevgi yüklü gülümseme azalmıyor. Takı seven biri olarak gözüm, öncelikle yüzüklerine, kolyesine gidiyor. Takılar, ona ve giysisine uyarak, adeta bedeninin bir parçası olmuşlar.
O DEVRİMCİ, KİŞİLİKLİ BİR KADIN OLMAYI BAŞARMIŞ
İsmet Kür, hem öğretmen hem de kadın olarak devrimci ve kişilikli olmayı başarmış. “Erkek biri olmalı, kadın birini bulmalı”; “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” gibi kadınları sınırlayan önyargıları aşmayı bilmiş. Devrimler Türkiye’sinde cumhuriyetçi düşüncelerle, Atatürk sevgisiyle büyümüş, eğitilmiş. Devrimci Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin ailesiyle, İsmet Kür’ün ailesi arasında özellikle zor günlerinde birbirini destekleyen gerçek bir dostluk kurulmuş. Bir diğer devrimci Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, onun ilkokul öğretmenlerinden olmuş. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, Devrim Tarihi dersini Mahmut Esat Bozkurt’tan dinlemiş. Babası, Cumhuriyet kurulmadan önce cumhuriyetçi düşünceleri savunan, ömrünün önemli bir bölümünü hapiste, mahkemelerde ve sürgünde geçiren bir gazeteci… Annesi aydın bir kadın. Ablası Halide Nusret Zorlutuna, Milli Edebiyat Akımı içinde yer alan bir şair-yazar. Tabii İsmet Kür’ün kişiliğinde, başarılarında bu yakın çevresinin önemli bir rolü var. O da bunun bilincinde, bana kendisinden çok babasını, annesini, ablasını anlatıyor.
HASAN ÂLİ YÜCEL
Hasan Âli Yücel’le ilgili iki önemli anısı hem hoş hem de bu büyük aydınımızı biraz daha yakından tanımamıza hizmet ediyor. Böyle büyük insanlardan öğrenilecek ne çok ders var…
İsmet Kür’ün anılardan ilki şöyle:
İstiklal Lisesi’nin ilkokulunda, üçüncü sınıfta Türkçe öğretmenleri, Hasan Âli Yücel’dir. Yazın (imlâ) dersinde, bir metin yazdıran Hasan Âli Yücel’in “virgül” sözcüğünü, “bir gül” olarak duyan İsmet Kür, ha bire gül çizmeye ve bir yandan da arkadaşlarına yetişmeye çalışıyor. Gülleri gören Hasan Âli Yücel, güldüğünü belli etmeden, ona virgülü öğretiyor; onun bu yanlışını sınıfa da duyurmuyor. İsmet Kür o günlerde, “Rezil oldum!” diyerek çok üzüldüğü anısını, kahkahalarla anlatmıştı. Yine o günlerde, Müdüre Hanımın sınıfı “Mahlûklar!” diye azarlamasına tepki duyarak sınıfı isyana çağırmış. “İsyan edip ne yapacaktık doğrusu bilmiyordum.”
Diğer anı ise bir dönem öğretmenlerin toplumda neden çok saygı gördüklerinin bir açıklaması gibi:
1944 yılıdır. Onun ilkokulda Türkçe öğretmeni olan Hasan Âli Ali Yücel, dönemin Milli Eğitim Bakanıdır. Bakan, sorununu anlatmak için Ankara’ya gelen İsmet Kür’ü ayağa kalkarak karşılıyor. Toplantı nedeniyle Bakan’ın yanında olan genel müdürler de hep birlikte kalkıyorlar. Bu karşılanış genç öğretmeni çok heyecanlandırır, mutlu eder.
SOBA YAKMAYI ÖĞRETEN BAKAN
Hasan Âli Yücel’in benzer alçakgönüllü davranışının çarpıcı bir örneğini öğretmen Ali Çuhadar anlatmıştı: “Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne geleli bir hafta olmuştu. Basımevinin sobasını yakma görevi bana verilmişti. Çok sevindim.”
Ali Çuhadar’ın köyünde tezek ve odun yakılır. Bu nedenle ilk kez kömür sobası yakacak, bir kutu kibriti bitirir ama kömürü tutuşturmayı başaramaz. Birinin onu izlediğini hissedip başını kaldırır, “bir amca” ona gülümser: “Evladım beraber yakalım mı,” der. Ona kömür sobasının nasıl yakılacağını birlikte yaparak gösterir. Soba tutuşmuştur, tam o sıra görevi veren öğretmen gelir. Devamını yine Ali Çuhadar’dan dinliyoruz: “Öğretmen, amcayı görünce hazır ol’a geçti. Şaşırdım. Kaldım! Amca bana ‘allahaısmarladık’ diyerek elimi sıktı. O daha pek uzaklaşmadan öğretmenimin ceketini tuttum, yavaşça, ‘Bu amca kim,’ dedim. ‘Bakan Hasan Âli Yücel,’ dedi.”
Ölümünden bunca yıl sonra Hasan Âli Yücel’in büyük bir sevgi ve saygıyla anılmasında, hizmetlerinin yanı sıra bu tür davranışlarının etkisi olmalı…
ŞİİR SEVGİSİYLE BÜYÜYOR
İsmet Kür’ün ablası Halide Nusret, ona çok düşkündür, onun bir dediğimi iki etmez. Genç kızlığa adım attığı 1918-1921 yıllarında, ablasının çevresinde olan şair ve yazarlarla tanışma ve onlarla bir arada olma şansına sahip olur. Celâl Sahir, Halit Fahri (Ozansoy), Orhan Seyfi (Orhon), Yusuf Ziya (Ortaç), Vâlâ Nurettin, Nâzım Hikmet, Suat Salih gibi dönemin genç aydınları evlerine gelir.Kadınlarınçarşaf giydiği o günlerde, Halide Nusret başını örtmeden onların yanına çıkar. Evlerinde kaçgöç olmaz. Kadın erkek eşitliği tartışılır. Halide Nusret’in, şair Faruk Nâfiz’in (Çamlıbel) etkisinde kalarak yazdığı ilk şiir, Kadınlar Dünyası dergisinde yayımlanıyor. ‘Şaire’ diye adlandırılan Halide Nusret, yazdığı şiirleri önce kardeşine okuyor. O, şiir dinleyerek, şiir sevgisiyle büyüyor.
Üçüncü sınıfı bitirmeden Edirne Kız Öğretmen Okulu’na öğretmen olarak atanan ablasının yanına Edirne’ye taşınırlar. Edirne onun için, özgürlük, mutluluk yılları olur. Ablasının hem tanınan bir şair, hem de öğretmen olması ve Halk Evi salonunda düzenlediği müsamerelerde rol alıp şiirler okuması, İstanbul’a göre küçük olan çevrede ilgi ve sevgi görmesini sağlıyor. Kendine güvenmeyi öğreniyor.
ANKARA GAZİ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
1936’da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Edebiyat bölümüne giriyor.Bu okulda zengin bir kültür birikimine sahip öğretmenlerden, hem kişilik olarak etkileniyor hem de çok şey öğreniyor. Klasik müzik sevgisini bu okulda kazanıyor. Her salı akşamı toplanıp, dünyada, Türkiye’de, okulda olanlar tartışılıyor. Eleştiri ve önerileri rahatça herhangi bir kısıtlama olmadan konuşuluyor. İsmet Kür o yılları özlemle anmıştı: “Özellikle İnkılap Tarihi derslerimiz harika geçerdi. Bütün yüksek okulların son sınıf öğrencileri, Türk Ocağı (sonra Halk Evi olan) binasına giderdik. Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker, Hikmet Bayur bize İnkılap Tarihi dersi verirlerdi. Yoklama bile yapılmayan bu derslere hepimiz aksatmadan katılır; özellikle Mahmut Esat Bozkurt’un anlattığı konuları hayranlıkla dinlerdik.”
İSMET KÜR’ÜN YAPITLARI
İsmet Kür’ün yazın yaşamı, ilk öyküsünün, 31 Ağustos 1931’de, o günlerin en popüler dergisi Muhit’te yayımlanmasıyla başlıyor. Yayımlanan bu ilk öykü ona ilk yazı ücreti olan beş lirayı kazandırıyor. 15 yaşındadır.
İlk şiir kitabı, Yaşamak, 1947’de öğretmen olarak görev yaptığı Zonguldak’ta yayımlanıyor.
İsmet Kür’ün en önemli yapıtı, 20 yıllık kapsamlı bir araştırma sonucu kaleme aldığı; “Türkiye’de Süreli Çocuk Yayınları 1869-1928” kitabıdır. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1991.
Bu kitabın yazılabilmesi; Türk Edebiyatı konusunda geniş bilgi sahibi olmayı, eski Türkçeyi ve araştırma yöntemlerini bilmeyi, ayrıca sabırlı, azimli olmayı gerektirir. İsmet Kür, bu önemli çalışmayı yapma gerekçesini, yapıtının “Son Söz”ünde açıklıyor:
“Bu değerli kültür hazinemizi ileriki kuşaklara iletmeyi, bir ‘başucu’ kitabı hazırlamayı görev bildim. Türk kültürel ve sosyal yaşamını inceleyenler için de bu önemli bir kitap. Bu incelemeyi okuyanlar, toplumun çocuğa bakış açısını, verdiği yeri görmek, çocuğu ele alış biçimini ve çocuğun geçirdiği evreleri incelemek fırsatını bulurlar. Çocuk aileden, eğitim sisteminden, devlet politikasından, içinde yaşadığı toplum koşullarından soyutlanamayacağından, çocuk dergilerinde aynı zamanda dönemin yaşam biçimi de sergilenmektedir. Hem de diğer yayın organlarından daha samimi ve gerçekçi bir biçimde”. Anılarla Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Kür’ün 2003’te yayımlanmış son kitabıdır. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / Atatürk Dizisi…
Kür kitabın kapağına Atatürk’le ilgili şu önemli açıklamayı almış:
“Ordu yok” dediler, “Kurulur” dedi. “Para yok” dediler, “Bulunur” dedi. “Düşman çok” dediler, “Yenilir” dedi. Ve bütün dediklerini yaptı!…
Yetişkinlere yönelik yazdığı:10. Sigara, Yarısı Roman, Kocaman Bir Örümcektir Zaman yayımlanmış öykü, roman, anı kitaplarından bazılarıdır. Kür’ün yayımlanmış 17 kitabının çoğu çocuklara yöneliktir. Bunlar arasında 9 baskı yapmış olanlar vardır. İsmet Kür, bir dönem Cumhuriyet gazetesinde makaleler de yazıyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası; Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla, İstanbul Orhan Kemal İl Halk Kitaplığı’nda, 29 Eylül 2004 günü, “Yazın yaşamının 70. yılında, İsmet Kür’e saygı” günü düzenliyor. Aynı yıl, Kadın Eserleri ve Araştırma Kütüphanesi de İsmet Kür için bir tören yapıyor.
İsmet Kür, “Yazın bir bütündür. Diyelim ki, bir ulu ağaçtır. Bu ağacın her dalında ürün vermiş olmaktan mutluyum ” diyor.
NEDEN İSMET KÜR
Neden İsmet Kür’ün yaşamından bazı kesitleri ve bu yaşamı güzelleştiren bazı kişilerin davranışlarını anlatma gereksinimi duydum? Tabii ki öncelikli amacım, İsmet Kür’ü özlem, saygı ve sevgiyle anmak. Tanımayanlara ona ilişkin sınırlı da olsa bilgi aktarmak.
Bir de o yıllarda insan ilişkilerindeki hoşgörülü, dayanışmacı havayı okurlara hatırlatmak istedim. Hakem, gazeteci yumruklayan, daha da acısı yere düştükten sonra onları tekmeleyenlerin haberlerini duyduktan sonra bu arzum güçlendi. Sanırım toplum olarak da bir birine saygıyla davranan, halka hizmet etmeyi görev addeden, tartışmayı, eleştirmeyi bilen geçmişteki o güzel insanlara dönüşmemizin zamanı gelmiş olmalı… Dileyerek, özleyerek ulaşılacak bir hedef mi bu. Ne dersiniz? Ne yapmalıyız?